
Bu Blogda Ara
28 Eylül 2009 Pazartesi
Ben benim. Sen kimsin?

14 Eylül 2009 Pazartesi
Bana kamyon çarptı!

10 Eylül 2009 Perşembe
Overdose / Bienal / Ben her Eylül...
Doğu'ya Yolculuk
26 Haziran 2009 Cuma
Ey güzel İstanbul...

5 Haziran 2009 Cuma
TOL KARAMEL MAKİYATO
Öylece duruyorsun.
Sandalyenin üzerine mıhlanmış gibi.
Beklediğin henüz gelmedi.
Ne beklediğini biliyor musun?
Hayır. Ama yine de beklenti içindesin. Birilerinin geleceğinden neredeyse eminsin. Bir adam, bir kimse, bir kişi, herhangi biri? Belki de telefon çalsın istiyorsun. Yıllardır duymayı beklediğin sözcükleri söylesin istiyorsun telefonun diğer ucundaki, hiç tanımadığın insan... Olduğun yerden, görmeyi istiyorsun herşeyi.
“Ne telefonu canım zaten bütün gün hiç susmadı” deme! Beklentilerin de susmuyor farkında değil misin? Hep beklediğin birşeyler var. Hep birileri senin için birşey yapsın istiyorsun. Starbucks’a gidip kahve almak kadar basit herşey... İstediğini söylemen yeterli... Hangi boy ? İsminiz ? Eda... Eda hanım istediğiniz hazır. İşte bu kadar kolay istedikleriniz hazır çevreye duyarlı bir kağıt paketin içinde. Bütün hayalleriniz, yapmak istedikleriniz, beklentileriniz...
Herşeyi kolay sanıyorsun. Bir başka deyişle basite indirgemek hoşuna gidiyor. Başkaları için hep bir fikrin var. Kiminin saçı, kiminin aklı, kiminin sözü sana batıyor. Senin gibi dostlarınla biraraya gelince çok daha fazla söyleyecek sözün var. Ve başkalarının sahip olduklarını duyunca artan beklentilerin...
Beklediğin ne biliyor musun?
Yorgunsun! Telefon aylardır hiç susmadı. Faturalar masanda birikti, kafanda hep aramak istediğin sevdiklerinin listesi uzayıp gidiyor.Üstelik beklediğin takdiri de görmüyorsun. Kocan yaptığın yemek için eline sağlık demek isterdi belki; ama bu gece de çalışacak. Sırtını sıvazlamasını istediğin patronun ise şu an başka bir toplantı da. Kendini yalnız hissetmiyorsun. Çünkü senin gibi düşünen onlarca kafa var. Bu kafalar bir araya geldiniz mi çekiştirmeye bayılıyorsunuz. Patronunu, o gün aranıza gelmeyen başka bir kafayı hatta bazen de kocanı. Hep çekiştirecek birşeyler var. Ortaya atılıp hızla sana geri döneceğini bildiğin sözler...
Bazen diyorsun ki, belki de şeytan diyor ki çek git. Evinin adamı ol ya da kadını, olmuyor. Başka arayışlara giriyorsun. Başka bir çatı altında yine çalsın istiyorsun telefonun... Arayışlara giriyorsun, yeni bir iş, yeni bir masa, yeni bir telefon ve başka başka kafalar. Gün geçiyor. Bakıyorsun. Kafalar aynı kafa. Masa aynı. Telefon da eskisi gibi çalıyor. “Tebdili mekan da ferahlık yokmuş” diyor. Geri dönüyorsun. Küçük bir mola belki de iyi gelir. Sana en yakın Starbucks’a gitmek geliyor aklına...
Eda hanım...
“Tolkaramelmakiyato”
8 Mayıs 2009 Cuma
5 Mayıs 2009 Salı
Ben bölü iki = 2’mi ?


Fotoğraflar: Rengim Mütevellioğlu
Sahi ben kendimi ikiye bölebildim mi ki?
Ne güzel yaşayıp gidiyordum.
Yeni bir iş, yeni bir hayat.
Dışardan gel bak, oh ne rahat!
Her genç kızın rüyası gelinliği de giymişsin, otur oturduğun yere!
Olur mu olmaz.
Önce bir testere aldı eline, başladı kendini kesmeye.
Minik minik kanamalar, açılan küçük yaralar, bir açılıp bir kapandılar.
İzler bir oluştu, bir yok oldu. Yapılan konuşmalar, bağrışmalar. Bir susup, bir ağlamalar...
Testere bu acı veriyor. Aldım kendimi böldüm ikiye, üçe... Dağıtmak için her parçamı dilediğimi sandığım yere. Savurdum kendimi her zaman bildiğim adreslere.
Çat ordayım çat burda! Beklemediğin kapıların arkasında, beklemediğin laflar söylenirmiş. Söylenen, bir iki cümle tüm masalın bitmesine sebepmiş.
Artık ne anlatabileceğim bir hayalim var ona dair. Ne de ardı arkası kesilmeyen isteklerim. Öylece yaşayıp gidiyorum; kafam başka bedenim başka yerlerde...
4 Mayıs 2009 Pazartesi
OYUN

Herkes kartlarını açmak yerine, ortalığa saçtı.
Bir çocuk kadar masum olan “Oyun”, tanımadığı birileri tarafından hırpalanmış namussuz bir kadın gibi ortada yığıldı kaldı.
Henüz “Oyun”başlamadan, kadın tüm çıplaklığı ile sımsıkı sarılmaya hazırdı.
Belki de hayata sadece böyle tutanabileceğini düşünmüştü.
Ah benim, aptal kafam!
Oysa ilk başlarda herşey, çok sevdiği bir müziği saatlerce dinlemek gibi keyif veriyordu.
Bozcaada’da olmak isterdi. Saatlerce susmak ve durmak.
"Polente"ye yaslanıp sadece gözlerine bakmak, uzun uzun öpmek isterdi. Kimbilir kekik kokularının arasında sadece ona ait bir koku gelip burnunu buluverirdi. Üstelik onun için tek yapabildiği buydu.
Belki de aşk sandığı, çoktan ölmüş bir cenindi.
Dudaklarından dökülen sözcüklerin canını acıtacağını hiç düşünmemişti.
Onun ağzından çıkan basit bir dilbilgisi kuralı bile kulağına fazlası ile şiirsel gelmişti.
Şiirin de can acıtacağı kadın tarafından hiç hesaba katılmamıştı ki...
Daha fazla çay içmenin de alemi yoktu.
Zaten çay sevmezdi...
Fotoğraflar: Zuhal Kocan, Rengim Mütevellioğlu.
3 Mayıs 2009 Pazar
Henry'e mektup - Kasım 1926
Ne var bunda! Söyledim size; benim için bir Tanrı gibisiniz. Tanrı dediğimiz şey aşağı yukarı içinde kendimizi seyredebileceğimiz ya da daha iyi göreceğimiz bir ayna değil midir? Tanrı'yı kendimize benzer yaratıp ona birtakım üstünlükler büyüklükler vermez miyiz?
Herşeyde bir karşılık aramak düşüncesine nasılda saplanıp kalmış şu insanlar!
"İnanın söylediklerime sizi sevmiyorum, sevmeyeceğim de. Sizin için taşkın bir dostluk var içimde, çünkü bu hoşuma gidiyor, çünkü sizi istiyorum, çünkü benim mutluluğum bu, çünkü bir insanı düşünmek onunla ilgilenmek, ona sevinç vermek güzel şey. Sizden hiçbir şey istemiyorum...
29 Nisan 2009 Çarşamba
Mi Sono Innamorato di Te
Çünkü yapacak hiçbirşeyim yoktu
Gündüzleri
Biriyle buluşmak istiyordum
Geceleri birilerini düşünmek istiyordum
Sana aşık oldum
Çünkü
Artık yalnız kalamıyordum
Gündüzleri
Düşlerimden bahsetmek istiyordum
Geceleri
Aşktan bahsetmek istiyordum
Ve şimdi yapacak binlerce şeyim var
Düşlerimin gidişini hissediyorum
Senden başka ne düşünürüm bilmiyorum
Sana aşık oldum ve ne yapacağım bilmiyorum
Gündüzleri
Senle karşılaştığım için pişman oluyorum
Geceleri
Seni aramaya çıkıyorum
1962 Luigi Tenco
28 Nisan 2009 Salı
RENKLER RENKSİZ
İki ucu...'lu değnek!

Yaşamın en büyük acılarından biri de sevdiğinden fazla sevilmektir. Ya hiç duyulmayan bir sevgiyi var göstermek ya da bir takım soğukluklarla geri çevirmelerle karşındakini üzmek zorunda kalır insan... İki ucu....'lu değnek bir zorlama ben zorlamalara gelemem" demiş Henry De Montherlant...
Bir tek o mu, hanginiz böyle düşünmüyor, söyleyin sayın bay sorarım size?
Evet biz insanlar bizi dilediğimizden fazla sevenleri pek de sevme eğiliminde değilizdir.
Bizden nefret edenleri sevme eğilimi her nedense çok daha ağır basar.
Peki ben hangi türdenim?
Ya sen?
Benim sorularım ne zaman son bulacak. Sorularımın cevaplarını neden alamıyorum.
Herşey neden havada asılı kalıyor. Flu olan mı hoşuma giden? Peki sen ne düşündün. Ağzından dökülenler dışında neler geçti, o güzel aklından. Bilmek istediğim ne çok şey var.
Senin de* keyfin kaçtı mı, huzurun bozuldu mu? "Ne güzel ,bir düzende yaşayıp gidiyorduk" mu diyorsun yoksa?
Benden uzaklaşacak mısın?
Ne çok soru sordum, di mi**?
Bence de iki ucu pis bir değnek...
Hey Henry! Sesimi duyuyor musun?
*Henry gibi
** Benim en çok kullandığım soru şekli
Tenin tene değmesi gibi, kendini kaybetmek gibi, sevişmek gibi. Hızlanıyor, yavaşlıyor, tekrar hızlanıyor, duruyorsun.
Ve hep yeniden başlıyorsun. Hep ilk kez gibi...
Anlatılan, anlatılmaz anlar. Tadı damağında kalan bazen de bir an önce bitmesini istediğin dakikalar... Hayatında kaybetmeye dayanamayacağın şey yazmaktan aldığın keyif.
Beynin kalbin ve elin arasındaki o büyük bağ.
24 Nisan 2009 Cuma
Flu ya da net


Herşey bulanık.
Su bulanık... Hava bulanık...
Çözümlemelere gerek var.
Ne yapacağını bilemez halde ortalarda dolanmamalı insan. Ben böyle olmamalıyım.
Ne kadar çok soru var aklımda...
Seni özlemek, sorularımın cevabımı olacak?
- Bilmiyorum.
Belki de bu gizem, bu yoksunluk hoşuma giden.
Heyecanımın beynime hücum edip, tekrar kalbime geri dönmesi.
Kan basıncı.
Net olmalı. Siyah ve beyaz ya da tamamen kırmızı.
Yapılması gereken görevler var. Ev var. İş var. O var. Bu var.
Ama şu an benim için bir tek “Sen” var...
Fotoğraflar: Elif Sanem Karakoç
1 Nisan 2009 Çarşamba
Günlerden ne?
31 Mart 2009 Salı
Gölge

15 Mart 2009 Pazar

"Herkes, kendi geçmişini, kalbiyle bildiği bir kitabın sayfaları gibi kapalı tutar ve dostları sadece onun başlığını okuyabilir"
Kaldığı yerden...
Mavi daktilo, kaldığı yerden devam ediyor.