Bu Blogda Ara

18 Mart 2010 Perşembe

Aile olmak...





Aile: Anne, baba ve çocuktan oluşan toplumun en küçük yapı taşı.
Ve benim ailem, İsfendiyaroğlu ailesi.
Ben bu fotoğrafta 3,5 yaşlarımdayım sanırım.
Bu fotoğrafta ne kadar 3 kişi görünsek de aslında öyle değiliz.
Annem kardeşime tam olarak kaç aylık hamile bilmiyorum ama Özgem'de bu fotoğrafta bizimle...
Ben o sıralar,
kardeşimi nasıl bir heyecanla bekliyorum hatırlamıyorum. ama. Bugün annemin hissettiklerini anlamaya çalışıyorum. Aile olmanın nasıl bir duygu olabileceğini kafamda tartıyorum. Minik bir bebeği dünyaya getirmek, ona tüm sevgimi, ilgimi vermenin ne kadar güzel olabileceğini düşünüyorum. Anne olma, aile olma fikri, şimdiden burnumun direğini sızlatıyor.


Henüz plan aşamasındayken bile onun için birşeyler yapmanın heyecanını yaşıyorum. Sanırım biraz erken heyecanlanmaya başladım ama hayal kurmak bile bana fazlasıyla mutluluk veriyor.
Ben de ailemizin bir an önce 3 kişi olmasını istiyorum(uz).


Kokusunu şimdiden düşlemek, onun için yapabileceklerimizi düşünmek, plan yapmak güzel...


Bu şansa sahip olursak, hayatın daha güzel yanlarını görebileceğimize, aramıza katılan yeni birey veya bireylerle yaratıcılığımızın artacağına inanıyorum

12 yıllık iş yaşamımda zorunlu da olsa verdiğim bu ara da belki de ailemizi genişletmek için güzel bir fırsat olacak. Yeni evimize yavaş yavaş ısınırken ve gerçekten severken bu evde sevgimizi verebileceğimiz yeni birinin varlığını düşlemek bana huzur veriyor. Ona kendimce evin en güzel odasını ayırdım bile... Umarım en kısa zamanda sadece hayal olmaktan çıkacak bu mutluluğu tüm sevdiklerimizle de paylaşabiliriz. O anı hevesle ve heyecanla bekliyorum.










16 Mart 2010 Salı

Anılar cevap verebilir mi?



Birden ilham geldi tam resimlere bakarken.

Ne oldu bilmiyorum. Ölümü zaptedemedim...

Sevgiler biter, sevgiler yiter. Onlarla geçirdiğin günlerin zar zor seçilebilen parıltıları kalır geriye...


8 Haziran 1993

Nilüfer



Dün gece defterin geçti elime...
Geçti demek ne kadar doğru? Kendim bulup çıkardım.


Yazdıklarına kendimce anlamlar bulmaya çalıştım. Eski fotoğraflara, senin için yazılanlara baktım. Neden böyle olduğunu, neden sana olduğunu sorup durmuyorum artık kendime... Geçerli - geçersiz bir takım cevaplar olsa da... Hiçbir cevap değiştirmiyor gerçeği nasıl olsa.

Yarın, seni kaybettiğimiz günün yıl dönümü.

Koskoca 6 yıl geçmiş...

Seninle Beyoğlu'nda yürümeyeli
Oturup dertleşmeyeli
Kitapları, yazarları eleştirmeyeli
Karşılıklı şarap içmeyeli
İstanbul'u sokak sokak gezmeyeli
Beraber makyaj yapmayalı
O güzel sesini duymayalı
Sana sarılmayalı
Çok zaman geçti... Ve geçiyor da...

Yazdıklarından ipuçları kovalamaya çalışıyorum.
Hayata, sana dair... Ve sana olan özlemimi, gidermeye çalışıyorum yaşanılan anılarla...

Bazıları artık burada olmadığını söylese de, ben senin desteğini hissediyorum.
Güzel gülümsemenle, mutluluklarıma ortak olduğunu, hüzünlerimde beni teselli ettiğini biliyorum.

Yaşamın ne kadar kısa, kendi yarattığımız mutsuzlukların ne kadar anlamsız olduğunu hatırlatıyorsun. Bedenen yanımda olmasan da ruhun hala birşeyler öğretmeye devam ediyor bana...

Yarın, orada olduğuna inanamadığım "o yerde" buluşmak üzere..

11 Mart 2010 Perşembe

Beğenmek ya da beğenilmek... İşte bütün mesele!


Beğenilme duygusu ile yanıp tutuşuyoruz hepimiz.
Kimi zaman yaptığımız iş, kimi zaman dış görünüşümüz, kimi zaman söylediğimiz bir söz beğenilsin, takdir alsın istiyoruz.
Anne - babalarımız, arkadaşlarımız, dostlarımız, patronlarımız, hatta hiç tanımadıklarımız bizi beğensin diye uğraşıyoruz.

Peki nedir beğeni, beğenmek, beğenilmek?
1. İyi ve güzel bulunmak
2. Sevilmek, hoşa gitmek.


Aslında tüm çaba kendini sevdirmek üzerine... Bunu kadın- erkek istinasız yapıyoruz.
Kadınlar daha bir göze batıyor yaparken... Kendilerini beğensin istedikleri kişiye bunu direkt duyurmak yerine, lafı dolandırıp duruyorlar.

Sürekli bir ima etme isteği ve durumu.
O zaman da saçma sapan karakterler çıkıyor karşımıza.

Sırf adam beğensin diye hiç alakası olmayan işlerle ilgilenenler mi dersiniz, abartılı kıyafet ve makyajlarla ilgi çekmek isteyenler mi? Karşı tarafı sürekli soru yağmuruna tutup, tanımaya çalışanlar mı ?

Benim etrafımda çok var böyle kadın. Onları gözlemlemek keyifli olsa da, biri söylesin istiyorum. Beğenilme çabası, bu kadar göze sokulunca komik olunuyor.

Karşı taraf tepki vermiyorsa, ilgi göstermeye, kurcalamaya devam etmeyin.
Herkes beğenilme - kabul görme arzunuzun kat kat farkındayken, o adam hiçbir şey görmüyor olamaz değil mi?


3 Mart 2010 Çarşamba

Teşekkürler Babylon...


Caz vokal efsanesi Bobby McFerrin’in yetenekli oğlu Taylor McFerrin,"one-man show" kavramını yeniden tanımlayacak performansı ile dün akşam Babylon’daydı.

Yayınladığı ilk EP`si "Broken Vibes" ile uluslararası dikkatleri üzerine çeken Taylor, okyanusun bu tarafındaki radyo istasyonlarının tamamında; Benji B`den Gilles Peterson`a kadar herkesin takdirini ve desteğini kazanan. New York Nublu`da sıkça sahne alan Taylor, festivalin açılış partisinde Istanbul`daki ruh ikizi Bora Uzer ile beraber sahne aldı.

Solo kariyeri öncesinde Kangroove performanslarında da, beatbox ve break-beat`i Türk dinleyicilere tanıştıran Bora'nın Taylor`la gerçekleştirdiği ilk ve özel performans gerçekten görülmeye değerdi.

Beatbox ve breakbeat’i “Yetenek Sizsiniz” programlarından öğrenen Türk halkının da gerçek beatbox nedir, nasıl olur anlayıp sevmeleri içinse bu isimleri bir an önce hafızalarına kazımaları gerektiğini düşünüyorum.

Babylon’u özlemişim. Sigara yasağından dolayı görüş mesafem mi uzadı bilmiyorum. Onca kalabalığa rağmen bir ferah, rahat geldi. Müziğin büyüleyici hatta şaşırtıcı etkisi dışında, İlhan Erşahin’in samimi konuşması "her gün gelin" daveti. Garanti Jazz Yeşili, Babylon logoları dışında karanlıkta elmas gibi parlayan Taylor McFerrin’ın Apple’ı ilgimi çekti. Mc Ferrin ve Uzer’i dinlemeye gelen büyük bir yabancı kitle de göze çarpıyordu. Rahat, eğlenceli, müzik dolu, güzel bir Nublu Jazz Festival açılışıydı anlayacağınız.

Teşekkürler Babylon,

Herşey için…