Bu Blogda Ara

28 Eylül 2009 Pazartesi

Ben benim. Sen kimsin?



Camdan yansıyan, benim yarım.
Sadece yansımada ise ben yokum.

Ben nasıl görmek istersem seni öyle görürüm. Ve nasıl göstermek istersem kendimi; sen, öyle görürsün. Üzgün, şaşkın, mutlu, heyecanlı, farklı, it- kopuk, serseri, hanım hanımcık, canın hangisini isterse...

Karanlığın ortasında karşılaştılar.
El yordamı ile birbirlerini tanımaya çalıştılar. Sıradan bir hikaye gibi başladı herşey. Aşk dolu, heyecan dolu...

Peki ya son, oldu mu?
- Bilmem...
- Sen bilirsin.
- Benim için böyle düşünüyorsan, söyleyecek söz yok!
- Bir insanın değişmesine neden şaşırıyorum ki?!
- Zaten tanımıyordum ki seni. Şimdi de tanımıyorum.
- Hem tanısam da ne geçecekti elime... Tanımaya çalışsam, arasam bulsam ya da bulamasam.
- Zorlasam, yorsam, yorulsam.
- Değer mi?
- Kim karar mercii?
- Sen mi, ben mi?
- 3. şahıslar...?
- Sahi, onlar beni tanıyorlar mı?
- Demek, senden de iyi tanıyorlar.
- Hmmmm...
- Olabilir.

- Neden olmasın?








14 Eylül 2009 Pazartesi





Bir duvarın tepesinde durup öylece bakmak istiyorum hayata...

Kafam kocaman olmuş.
Ben, ben değilim sanki...

Ne söylenenleri duyabilecek bir kulağım ne de karşıma çıkanları görecek gözüm yok.




Fotoğraf: Jacqueline Rivera

Bana kamyon çarptı!






Gece içtiğim sert kahvenin hayatıma olumlu etkileri oldu sanırım.

Ama hızla çarpan kamyon bazı yerleri yerinden oynattı.

Oysa ki, yeni yeni oturtmaya başlamıştım, aklımı, zihnimi yüreğimi...

Uzun zamandır telde bekleşen kuşlar bile kalbimin sesine, aniden havalandı.





10 Eylül 2009 Perşembe

Overdose / Bienal / Ben her Eylül...


Yine Eylül...
Güneş yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Benimse içim kıpırdanmaya...

Birşeyler yapmalı, yeni şeyler üretmeli. Yeni tasarımlar, yeni öyküler, yeni kitaplar keşfedilmeyi bekliyor. Çanak, çömlek, dikiş nakış yapılacak, yemek pişirilip misafir ağırlanacak.

Ama öyle sakince değil, yüksek dozda!

Ağırlayamayacağım kadar misafir çağırmak istiyorum mesela; çağıramadığım herkesi bir anda çağırmak. Alakalı alakasız... Herkes aynı zamanda bizim salona doluşsun istiyorum. Öyle ki değil oturacak basacak yer kalmasın.
Balkon mevsimi kapanmadan kollar bacaklar balkondan taşsın.

Kitap okumanın da boku çıksın. Her an her yerde elimde kitap olsun. Tuvalette, mutfakta, koltukta, yatakta, balkonda, otobüste, yolda...
Bir elimde ayna bir elimde kitap olsun mesela.

Sonra bulabildiğim tüm kağıtları masanın üzerine yığıvereyim. Aklıma ne gelirse yazayım. Anlamlı, anlamsız... Kelimeler kağıtlardan taşıp odaya doluşsun. Harfler birbirlerinin ayaklarına basıp, itişip kakışsınlar... Cümlelerin fısıltıları ile dolsun kulaklarım.

Elimi kırmızı çamura sokup öylece durayım. Daha önce farketmediğim bir el çabukluğu ile toprağa şekil vereyim, öyle ki tüm çalışma odası yaptığım objelerle dolsun. Odada adım atacak yer kalmayıncaya kadar seramik yapayım. Sonra bulduğum minik boşluklardan parmak uçlarıma basa basa çıkayım. Ev dolsun taşsın, ben dolup taşayım. Sokaklara, caddelere çıkayım. Galata, Beyoğlu taşkınlık nedir görsün!

Tüm "yıl" yapamadıklarını bu "ay" yapmak isteyen bu tembel ruh,"insan neyle yaşar" onu görsün.
2 yılda 1 / bienal görsün.


Doğu'ya Yolculuk




Doğu'ya ilk yolculuğumdu. Ne kadar merak etsem de gidip görmeden önce fazla birşey öğrenmek istemiyordum.

Güzel Van hakkında, birkaç satır okumuş olsam da kahvaltısı dışında pek bilgim yoktu aslında...


Uçak yolculuğumuzun ardından, Urartu'ların başkenti Tuşba'dayız. Van seyahatimiz boyunca nasıl bir yeme temposu içerisinde olacağımızın sinyalini ilk yediğimiz yemek vermişti bile. Başlangıç olarak içilen ayran aşı, gavurdağı salatası, sıcak pidelerin ardından ortadan yediğimiz ana yemeğimiz... Buradan oturup ne yiyip içtiğimden bahsetmek istemiyorum. Özetle şöyle söyleyebilirim ki, Van'da çok cüzzi miktarlara muazzam sofralarda karın doyurabiliyorsunuz. Özellikle Van Kahvaltısı bu kadar meşhur olmayı gerçekten hak ediyor.



Van Kalesi - Arapça, İngilizce, Türkçe, Kürtçe dillerde rehberlik eden çocukların sayesinde sadece manzara olarak değil, tarihi anlamı ile de göz dolduruyor. Bu ilkokul çağındaki çocukların gerçekten turizme ve ailelerine katkıları büyük. Yoksa, Kale içinde detaylı bilgi ya da müzeye ait bir rehber bulunmuyor.

Gelelim Ahtamar Kilisesi'ne...
Buraya Akdamar'da deniyor. İstanbul'daki Kız Kulesi'nin mitolojik hikayesine benzer bir aşk hikayesi var. Çoban ile Tamara'nın göl sularında sona eren hikayesi... Van'ın Edremit bölgesinden binilen küçük bir motorla Ahtamar Kilisesi'ne ulaşılabiliyor. Burada insanı kendisine bağlayan daha önce hiç rastlamadığım bir huzur var. Mavi kanatlı pervaneler gibi sarhoş olabiliyorsunuz. O an herşeyi bırakıp yerleşme hissi, Van Gölü'nün ortasında Ahtamar'ın olduğu yerde yeniden canlanıyor.

Van Gölü'nden Tatvan'a giden trenin kalktığı liman, Muradiye Şelalesi, Edremit, Rus Pazarı, Cumhuriyet Caddesi, Saçıbeyaz gezip gördüğümüz güzel yerlerden...


Ama Van'ın köyleri, oradaki farklı yaşam ilk kez köyde oluşumdan dolayı beni fazlasıyla etkiledi. Özellikle Van halkı ve orada evlerinde misafir olduğumuz dostlarımız bize halkın misafirperverlik kelimesinin tam karşıl
ığı olduğunu gösterdi. Çay sevmeyen bir insan olarak hayatımda içmediğim kadar çayı sanırım orada içtim. Restaurant'larda ya da evlerde tabağınızda bıraktığınız lokma bir sorun varmış gibi kabulleniliyor. Hemen ilgi alaka gösterilip hoş tutuluyorsunuz.


Doğu'da birçok ailede olduğu gibi burada da ailelerin dört ya da beş çocukları var. Ama yavaş yavaş bu sayının "iki" olması gerektiğine karar vermiş Van halkı...

Başlık parası yerine 2.000 Lira, Süt Parası ödeniyor kız ailelerine...
Bu gelenek azalsa da devam ediyor.

Van kadını güçlü, çalışkan... Ama erkeğin ardında kalan cinsten de değil. Çünkü kadın - erkek halk daha modern görüşe sahip, kadına değer veriliyor. Güzellik Van kadını için altın demek, özellikle yeni gelinler tüm altınlarını sergilemekten çekinmiyorlar.

Van'a kadar gelmişken Doğubeyazıt'ı görmemek olmazdı. Doğubeyazıt'a giden yollar daha sakin ve ıssızdı. Şehir merkezine geldiğimizde eski bir kasaba görüntüsü ile karşılaşmıştım. Doğubeyazıt'taki asıl hedefimiz İshak Paşa Sarayı beni gerçekten büyüledi. Bir Doğu Masalı'nın tam ortasındaydık. Buradaki geçmiş yolculuğumuzda sarayın restorasyonu için çalışan Doğubeyazıtlı bir yabancı sayesinde anlamını buldu. Ne bir broşür, ne bir yazı, ne bir tanıtım, hummalı bir restorasyon çalışması dışında İshak Paşa'da da tarihe veya günümüze ait bir bilgi yoktu. Ama sarayın ihtişamı ve rastlantı sonucu aldığımız bilgiler bizim için yeterli olmuştu.
İshak Paşa Saray'ından sonra Hani Baba Türbesi ve heryerde olduğu gibi alışveriş yapabileceğim yerleri ziyaret ettim.

Her ne kadar uzun soluklu ve detaylı bir yolculuk olmasa da, Doğu beni yeniden kendisine döneceğime söz verdirdikten sonra bıraktı.

Ahtamar Kilisesi, İshak Paşa Sarayı, Doğu'nun eşsiz insanları oradalar... Bir gün yolunuz düşerse gerçekten etkileneceğinizi garanti ediyorum.