Bu Blogda Ara

5 Mayıs 2009 Salı

Ben bölü iki = 2’mi ?


                                                   Fotoğraflar: Rengim Mütevellioğlu 


Sahi ben kendimi ikiye bölebildim mi ki?

Ne güzel yaşayıp gidiyordum.

Yeni bir iş, yeni bir hayat.

Dışardan gel bak, oh ne rahat!

Her genç kızın rüyası gelinliği de giymişsin, otur oturduğun yere!

Olur mu olmaz. 


Önce bir testere aldı eline, başladı kendini kesmeye.

Minik minik kanamalar, açılan küçük yaralar, bir açılıp bir kapandılar. 

İzler bir oluştu, bir yok oldu. Yapılan konuşmalar, bağrışmalar. Bir susup, bir ağlamalar...

Testere bu acı veriyor. Aldım kendimi böldüm ikiye, üçe... Dağıtmak için her parçamı dilediğimi sandığım yere. Savurdum kendimi her zaman bildiğim adreslere. 

Çat ordayım çat burda! Beklemediğin kapıların arkasında, beklemediğin laflar söylenirmiş. Söylenen, bir iki cümle tüm masalın bitmesine sebepmiş.

Artık ne anlatabileceğim bir hayalim var ona dair. Ne de ardı arkası kesilmeyen isteklerim. Öylece yaşayıp gidiyorum; kafam başka bedenim başka yerlerde...

 

4 Mayıs 2009 Pazartesi

OYUN


Herkes kartlarını açmak yerine, ortalığa saçtı.

 

Bir çocuk kadar masum olan “Oyun”, tanımadığı birileri tarafından hırpalanmış namussuz bir kadın gibi ortada yığıldı kaldı.

 

Henüz  “Oyun”başlamadan, kadın tüm çıplaklığı ile sımsıkı sarılmaya hazırdı. 

Belki de hayata sadece böyle tutanabileceğini düşünmüştü.

Ah benim, aptal kafam!

 


 Oysa ilk başlarda herşey, çok sevdiği bir müziği saatlerce dinlemek gibi keyif veriyordu.

 

Bozcaada’da olmak isterdi. Saatlerce susmak ve durmak.

"Polente"ye yaslanıp sadece gözlerine bakmak, uzun uzun öpmek isterdi. Kimbilir kekik kokularının arasında sadece ona ait  bir koku gelip burnunu buluverirdi. Üstelik onun için tek yapabildiği buydu.  

Belki de aşk sandığı, çoktan ölmüş bir cenindi.

Dudaklarından dökülen sözcüklerin canını acıtacağını hiç düşünmemişti.

Onun ağzından çıkan basit bir dilbilgisi kuralı bile kulağına fazlası ile şiirsel gelmişti. 

Şiirin de can acıtacağı kadın tarafından hiç hesaba katılmamıştı ki...


Daha fazla çay içmenin de alemi yoktu.

Zaten çay sevmezdi...

 

Fotoğraflar: Zuhal Kocan, Rengim Mütevellioğlu.



3 Mayıs 2009 Pazar

Henry'e mektup - Kasım 1926

Ne düşüncesiz adamsınız siz! Size el mi atacağım sandınız? O yabanıl bağımsızlık duygunuzla hemen titreyi vermişsiniz.

Ne var bunda! Söyledim size; benim için bir Tanrı gibisiniz. Tanrı dediğimiz şey aşağı yukarı içinde kendimizi seyredebileceğimiz ya da daha iyi göreceğimiz bir ayna değil midir? Tanrı'yı kendimize benzer yaratıp ona birtakım üstünlükler büyüklükler vermez miyiz?


Herşeyde bir karşılık aramak düşüncesine nasılda saplanıp kalmış şu insanlar!
"İnanın söylediklerime sizi sevmiyorum, sevmeyeceğim de. Sizin için taşkın bir dostluk var içimde, çünkü bu hoşuma gidiyor, çünkü sizi istiyorum, çünkü benim mutluluğum bu, çünkü bir insanı düşünmek onunla ilgilenmek, ona sevinç vermek güzel şey. Sizden hiçbir şey istemiyorum...